CMK, kovuşturma evresinde mağdur ve suçtan zarar gören başta olmak üzere davadan menfaati etkilenebilecek olanlara davaya katılma hakkı tanınmıştır. Kamu adına iddia görevini yürüten süjenin yanında mağdura bir hak tanınmış olması durumunda kişi hem katılan sıfatını alır ve makam sahibi olur. Bunun sebebi hem kişisel intikam öç duygusunun önüne geçmek, hem de sanıkların cezalandırılması için mağdurun hukuken çaba göstermesidir.
Ayrıca menfaati zarar gören olduğu için menfaatinin korunmasını ve kendini savunması sağlanmaktır.
Not: Suçtan doğrudan doğruya zarar gören, işlenen suç ile korunan hukuki değeri ihlal edilen kişi mağdur, işlendiği iddia edilen suç ile haklı çıkarı zedelenen gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi ise suçtan zarar görendir.
Kanunda açıkça belirtildiği üzere (m.237) ,katılan olmak için ‘mağdur veya suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişi veya malen sorumlu’ olmak gerekir
Bizde 2005’ten beri şahsi dava yoktur. 2005’ten önce bazı suçlarla ilgili olarak suçtan zarar gören kişi- müşteki herhangi bir hukuk mahkemesine dava açar gibi bir dilekçeyle dava açabiliyordu bu da herhangi bir suç şüphesi bulunmayan kişinin sanık durumuna düşmesine neden olduğundan sorun oluşturuyordu.
Kamu davasına katılma Madde 237 –
(1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler. (2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır |
verilinceye kadar mümkündür. İlk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmiş ise incelenip karar bağlanır. 2.fıkraya göre katılma talebinde ancak kovuşturma evresinde bulunulabilir, soruşturma evresinde katılma talebinde bulunulması mümkün değildir. Katılma için davada yazılı veya sözlü beyanda bulunmak gerekir, katılma kişinin suçtan zarar gördüğünü ve sanığın cezalandırılmasını istediğini belirten beyandır bu yüzden katılan Cumhuriyet savcısından farklı olarak sanığın beraatini isteyemez.
Katılan sonradan sanığın beraatini isterse katılma talebini geri çekmiş olur ve süjeliği düşmüş olur.
Katılma usulü Madde 238 –
(1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur. (2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur. (3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir. (4) (Mülga: 18/6/2014 – 6545/103 md.) |
Katılanın hakları Madde 239 –
(1) (Değişik: 24/7/2008-5793/41 md.) Mağdur veya suçtan zarar gören davaya katıldığında, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteyebilir.
(2) Mağdur veya suçtan zarar görenin çocuk, sağır ve dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması halinde avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz. |
Özel düzenleme nedeniyle cinsel saldırı suçu ve alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda katılan da kendisine bir avukat atanmasını isteyebilir.
Mağdurun çocuk, sağır ve dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması durumunda avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz.
Yazardan karşılaştırma: Sanığın-şüphelinin savunmasını yapan avukat için CMK 150/2 uyarınca zorunlu müdafilik düzenlenmişti CMK 239/2 ile de benzer düzenleme katılanın avukatı için getirilmiş.
Katılmanın davaya etkisi Madde 240 –
(1) Katılma davayı durdurmaz. (2) Tarihi belirlenmiş olan duruşma ve yargılama usulüne ilişkin diğer işlemler vaktin darlığından dolayı katılan kimse çağrılamayacak veya kendisine haber verilemeyecek olsa bile belirli gününde yapılır |
Kişinin katılma iradesini ortaya koyabilmesi için davadan haberinin olması gerekir. Katılan sıfatı, ilgili kişilerin kamu davasına katılmak istemi hakkında yargılama makamının olumlu karar vermesiyle kazanılır. Katılma talebi davayı durdurmaz.
Katılmadan önceki kararlara itiraz Madde 241 –
(1) Katılmadan önce verilmiş olan kararlar katılana tebliğ edilmez. (2) Bu kararlara karşı kanun yoluna başvurabilmesi için Cumhuriyet savcısı için öngörülen sürenin geçmesiyle katılan da başvuru hakkını kaybeder |
Katılana kendisinin davaya katılmasından önceki kararlara karşı kanun yoluna başvurma hakkı tanınmış ancak bu hakkı kullanması için ayrı bir süre verilmeyip Cumhuriyet savcısının başvuru için sahip olduğu süre içinde kanun yoluna başvurma hakkını kullanabileceği düzenlenmiş.
Katılanın kanun yoluna başvurması Madde 242 –
(1) Katılan, Cumhuriyet savcısına bağlı olmaksızın kanun yollarına başvurabilir. (2) Karar, katılanın başvurusu üzerine bozulursa, Cumhuriyet savcısı işi yeniden takip eder |
haklardan farksızdır.
Katılan, vekil vasıtasıyla söz alabilir. Cumhuriyet savcısından bağımsız olarak sanık ile veya davanın esasıyla ilgili birtakım taleplerde bulunabilir ve verilen hükme karşı Cumhuriyet savcısından bağımsız olarak sanık aleyhine kanun yoluna başvurabilir.
Cumhuriyet savcısı sanığın hem lehine hem aleyhine talepte bulunabilir. Dava her ne kadar şüphelinin lehine(aleyhine) açılmış olsa da kovuşturma evresinde savcı, lehine veya aleyhine talepte bulunabilir.
katılan, sanığın lehine kanun yoluna başvuramaz !!!
DELİLLER
kararın dayanağını deliller oluşturur. Muhakeme faaliyetini düzenleyen kuralların çoğunluğu delillerin nasıl elde edilip değerlendirileceğine ilişkindir.
Deliller konusu ceza muhakemesinin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde tarihsel süreç içinde gelişerek günümüzdeki halini almıştır bu açıdan medeni muhakemeden önemli farklılıklar içerir. Delil sistemi vicdani kanaat sistemine kaçınılmaz olarak evrilmiştir.
serbestisi ilkesi kabul edilmiştir. Delil serbestisi olmasaydı maddi gerçeğe ulaşmayı sağlayacak kimi deliller sırf delil sınırlamasına takıldığı için kullanılamayacağından maddi gerçeğe ulaşmak mümkün olmayacaktı.
Hukuk muhakemesine konu olacak uyuşmazlığın taraflarca önceden bilinmesi, uyuşmazlık çıkmaması için önlemlerin alınması mümkündür. Örneğin;
Maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlayan ceza muhakemesinde yargıç tarafların ileri sürdükleri deliller ile bağlı değildir.
Bu açıdan baktığımızda ceza muhakemesinde her şey delil olabilir ancak bunun tek bir istisnası vardır ki o da delilin hukuka aykırı elde edilmiş olmasıdır.
Kanun da delilin hukuka uygun olarak elde edileceğini kabul etmiştir.
Delillerin ortaya konulması ve reddi Madde 206 (2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur: a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse |
Kanunun düzenlemesi bu yönde olmasına rağmen uygulamada tartışmalıdır, uygulamada bazen hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat aracı olarak kullanıldığını görüyoruz.
kanunun çizdiği çerçevede hukuka uygun olarak ulaşılmalıdır. Bununla beraber;
delil kanuna aykırı şekilde elde edilmişse bu delilin temsil ediciliğinden bahsetmek çoğu zaman mümkün değildir.
yardım etmelidir ( örn: kişi gelip bıçak aracılığıyla maktulün ölümüne sebep olmuş ).
Hukuka aykırı olarak arama yapılması ve delilin elde edilmesi sonrasında evinde arama yapılan kişi delillerin kendine ait olmadığını söylerse makul şüphe oluşur bu da delilin temsil ediciliğinin tehlikeye düşürür.
bunların bunların bir kısmını veya tamamını göz ardı ederek kanunu uygulamakla yükümlü olanların kanun koyucu gibi davranması söz konusu olamaz.
Kanuni delil delillerin kanun koyucu tarafından önceden belirlenmiş ispat gücüne sahip olmasıdır. Örn: borç senetle ispatlanır, iki kişi tanık ise bu vakıa ispatlanmıştır vs.
ceza muhakemesinde önceden belirlenmiş delillerin olmaması,delillerin hakimin vicdani kanaatiyle belirlenmiş, vicdani delil sisteminin benimsenmiş olmasıdır.
Hakim,gerekçesini göstermek koşuluyla, ortada beş tane tanık var iken beşinin de doğru söylemediğine karar vererek sanığın beyanına dayalı olarak veya sanık beyanı ve sanığın beyanını destekleyen tanık beyanı varken mağdurun beyanına dayanarak hüküm kurabilir.
ulaşmaktır, kanuni delil sistemi benimsenir ise hakimin vicdani kanaati aksi yönde iken hukuki deliller yüzünden sanığın mahkumiyetine neden olmasıdır.
İspatın Nispiliği
objektif kesinliği göstermez.
Kişinin yargılama sonunda suçlu bulunması nispi gerçekliği ifade eder mutlak gerçekliği ifade etmez, ceza muhakemesinde mutlak gerçekliğe ulaşmak mümkün değildir, mümkündür dememiz için ulaşılan gerçeğin herkes yönünden doğru olması gerekir ancak bu mümkün değildir.
Ceza muhakemesinde ispatın amacı, gerçek konusundaki kanaati oluşturmaktır.
Bazen yargılama heyetini oluşturan hakimler kendi aralarında bir olaya ilişkin farklı kararlar verilebilir; iki hakim kişinin suçlu olduğuna karar verirken biri içindeki makul şüpheyi yenemediği için karara muhalif olabilir.
Mahkumiyet kararı kesinleşse,olağan kanun yolları tüketilse bile kesinleşen karara karşı olağanüstü kanun yoluna (yargılamanın yenilenmesi, Cumhuriyet başsavcısının itirazı, yazılı emir, kanun yararına bozma ..) gidilmesi mümkündür bu da ispatın nispiliğinden kaynaklanır.
Muhakeme bir suç şüphesinin elde edilmesiyle başlıyor, şüphenin araştırılmasıyla devam ediyor, belli bir yeterliliğe ulaşmasıyla iddianame hazırlanarak kamu davasına dönüşüyor, soruşturma evresinden kovuşturma evresine geçilerek devam olunuyor.
kararı veren merciler tarafından suçlu olmadığı ihtimalinin düşünülmemesi gerekir.
Bunun denilebilmesi için de makul şüphenin yenilmiş olması gerekir. Şüphe genelde ihbar veya şikayetle oluşuyor.Makul şüphe ya yenilebilir ya yenilenemez burada şüpheden sanık yararlanır ilkesi devreye giriyor.
Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
edilmemiş kabul edilir. Buna ceza muhakemesinde şüpheden sanık yararlanır ilkesi denmektedir. Suçsuz olma ihtimali bulunan kişinin cezalandırılması yerine suçlu olma ihtimali bulunan kişinin beraat ettirilmesi Roma hukukundan bu yana kabul edilmektedir.
‘Bir masum cezalandırılacağına bin suçlu serbest kalsın’
Amaç işlenmiş suçun cezalandırılmasıdır, kanun koyucu bir fiilin suç olduğunu önceden belirleyebilir ancak suç sayılan fiili kimin işlediğini önceden belirleyemez. Suçu ispatlamak özellikle hukuka uygun yollarla ispatlamak oldukça zordur dolayısıyla bu sistem birtakım suçların cezasız kalmasına kaçınılmaz olarak kabul eder. Aksi kabul edilirse makul şüphe yenilemediği için masum olma ihtimali de bulunan biri cezalandırılmış olur.Suç işlemeyen kişinin cezalandırılması, suç işleyen kişinin cezalandırılmamasından daha çok tehdit oluşturur. Kişinin suçlu olmamasına rağmen yargılanması değil cezalandırılmaması toplumun güvenliği için mühimdir.
Suç işlemeyen kişinin cezalandırılmaması toplumdaki kişilerin kendini güvende hissetmesini sağlar aksi olursa yani kişi suç işlemese de cezalandırılacağını biliyorsa kendini güvende hissedemez.
Suçluluğu sabit olmayan kimse mahkum edilemez.
Delillerin Ayrımı
götürür. Deliller ışığında hakim-mahkeme suçun işlendiği kabulüne varır. Sonrasında delillerin götürdüğü suçun hukuki niteliğinin ne olduğunu belirler.
Deliller kanunda çok değişik şekillerde tasnif edilmiştir fakat bu tasnif kesin ve sınırlı değildir. Kaldı ki delil serbestisinin kabul edildiği sistemde delillerin tahdidi olarak sayılmasının kabul edilmesi de mümkün olmayacaktır.
Bazı deliller ceza muhakemesi açısından vazgeçilmez sayıldığı ve çoğu zaman pek çok olayın tek ispat vaasıtası olduğu için öne çıkmış ve daha ayrıntılı düzenlenmiştir. Delilleri farklı şekilde sınıflandırabiliriz.
Beyan Delili – Belge Delili Ayrımı
Beyan delilleri şüpheli, sanık, mağdur, katılan, tanık beyanı vs.
Belge delilleri yazılı belgeler, ses içeren belgeler ,görüntülü deliller, dijital- dijital olmayan deliller vs.
Delil serbestisi ışığında hangi delille karşılaşırsa karşılaşılsın;
Teknolojinin gelişmesi, ceza muhakemesinde ispat araçlarını da etkiler, özellikle tamsil ediciliği yönünden dijital delillerin değerlendirilmesine dikkat etmek gerekir.
Önümüzdeki hafta tanık beyanına bakacağız, tanık beyanı güvenilmez ispat aracı olmasına rağmen günümüzde vazgeçilmez bir delildir, güvenilmez olmasının nedeni tanığın 5 duyu organıyla dış dünyasında yaşanan gerçeği insan doğası gereği objektif değil subjektif olarak algılamasıdır, subjektif algılama kişinin farkında olmayacağı bir durum olduğu için tanık beyanının güvenilirliğini etkiler.
Tanık delilinin tamamen kaldırılmasını savunanların yanı sıra bu delilin geleneksel olarak önemli bir ispat aracı olduğunu, muhafaza edilmesi gerektiğini savunanlar da vardır. Geçmişten beri güvenilirliği tartışılan ancak günümüzde hala vazgeçilmesi düşünülemeyen ve delil çeşitleri açısından ceza muhakemesi ile medeni muhakemeyi ayıran bir delil çeşididir.